"Dediler
ki, Rabbimiz bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin artık günahlarımızı
itiraf ettik. Çıkış için bir yol var mı?"(Mü'min,11) âyetinin de çoğu
müfessir tarafından Bakara, 28. âyetin bir benzeri olduğu söylenmişse de,
bazılarına göre ise, bu âyet Bakara, 28. âyetten farklı olup, bu âyette kabir
azabına işâret edilmektedir. Çünkü bu âyette kâfirler iki ölümden bahsediyorlar.
Bunlardan birisi dünyada müşâhede olunan ölüm olduğuna göre, diğer ölümün
kabirde olması gerekir
. Razî'ye göre buradaki ölüm,
Bakara, 28. âyette olduğu gibi, nutfe, alaka vs. olamaz. Çünkü âyette Allah
Taalâ'nın onları öldürmesinden (
imâte)'den bahsediliyor. öldürme ise,
hayatın varlığına bağlıdır. Eğer ölüm önceden hâsıl olsaydı, bunun öldürme
(imâte) olması muhâl olurdu. Tahsil-i hâsıl (ölünün öldürülmesi) lâzım gelirdi
ki, bu da muhâldir. Bakara, 28. âyette ise, durum böyle değildir. Orada onların
emvât (ölüler) olduğundan bahsediliyor, imâteden yani Allah'ın onları
öldürmesinden, canlarını almasından bahsedilmiyor
.
Ancak Zemahşerî, onların ölü maddeler halinde
yaratılmalarına
imâte (öldürme) tabirinin Arap dili açısından
kullanılabileceğini söyleyerek şu misâlleri veriyor:
Sivri sineğin cismini
küçülten ve filin cismini büyülten Allah'ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim (subhâne men sağğara cisme'l-baûdati ve kebbere cisme'l-fîl) ifâdesindeki
küçültme ve büyültmeden maksat sivri sineğin cismini büyük iken küçültmek
ve filin cismini küçük iken büyültmek manâsında değil de, onların bu
şekilde yaratıldığı olduğu gibi, âyette de durum böyledir. Öldürmeden maksat ölü
halde olmadır. Bir başka misâl de, hafriyatçıya hitaben
kuyunun ağzını
daralt, altını genişlet (dayyık feme'r-rukyeti ve vessi' esfelehâ)
ifâdesidir. Bu ifâdede de zâhirinden anlaşılabileceği gibi, kuyunun ağzının
genişken daraltılması, alt tarafının da, dar iken genişletilmesi değil, ağzının
geniş, altının dar yapılması istenmektedir. İşte âyette de aynı durum söz
konusudur
.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu âyet ya Bakara,
28. âyetin ifâde ettiği manâyı, ya da biri görebildiğimiz, diğeri de kabirde
meleklerin suâlinden sonra vuku bulan ölümü ifâde ediyor. Bu her iki hal de
reenkarnasyonla alakalı değildir. Hem âyette kâfirlerin bu sözlerini cehennemde
iken söyledikleri açıktır. Çünkü oradan çıkmak istediklerini söylüyorlar.
Reenkarnasyon ise, iddiâ edenlere göre, ölümün ardından bu dünyada, yani kıyamet
kopmadan gerçekleşecektir.
Bu âyetin manası hakkında, muhterem hocam
Veli Ulutürk'ün şifahî olarak, muhtemel olduğunu kaydettiği mana ise şöyle:
Bizi bir dünyada öldürdün, bir de burada (âhirette) cehenneme sokmakla
öldürdün. Yani mahvettin, azâba düçar ettin olsa gerektir. Çünkü cennetlikler
Duhân, 56. âyette bildirildiği gibi bir kere ölmektedirler. Yani ikinci ölüm
cehennemde âzap çekme manasında mecâzidir. Sıkıntılı, istenmeyen bir
hayatın mecâzî olarak, ölüm diye vasfedilmesinin çokça kullanıldığı dikkate
alındığında, bu izâhın çok yerinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim, bir
âyette de, cehennemliğin hali tasvîr edilirken,
"orada ne ölür, ne de
yaşarlar" (A'lâ, 13) buyrularak, cehennem hayatı ölüme
benzetilmiştir.
Reenkarnasyonu savunanların iddiâlarına delîl olarak
gösterilmeye çalışıtıkları bir diğer âyet de şudur:
"Size her ne musîbet
dokunursa, kendi ellerinizle kazandığınız şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu
da affeder"(Şuarâ, 30).
Bu âyetten hareketle, çocukların başına
gelen belâ ve musîbetlerin onların daha önce yaşadıkları hata ve isyanlarının
bir cezâsı olduğu söylenmiştir. Çünkü, bu iddiâ sahiplerine göre, çocuklar
masûmdur, çocukluklarında böyle cezâları hakettirecek işler yapmamışlardır
.
Aslında bu âyette muhatab olan kimselerin çocukluk çağını
geçmiş, mükellef kimseler olduğu açıktır. Çünkü yapılanlarla muâheze etmek,
ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum Kur'ân'ın tamamı için böyledir.
Muhatab dâima âkil bâliğ olan mükelleflerdir. Dolayısıyla çocuklara isâbet eden
musîbetlerin, sadece yapmış oldukları şeyler sebebiyle olduğu söylenemez.
Hem sadece bu âyete dayanarak hüküm vermek doğru olmaz. Nitekim bir
başka âyette, zaman zaman masûmlara da musîbetin dokunabileceğinden
bahsedilmiştir:
"Geldiğinde sadece sizden zalim olanlara dokunmayacak
olan fitneden sakının!" (Enfâl, 25). Bu durum, dünyanın bir imtihan
yeri olmasından kaynaklanmaktadır.
Çocukların başına gelen belâ ve
musîbetler babaları için bir imtihân
, kendileri için de manevî
terakkî veya uhrevî sevap vesilesi olabilir. Sonra, hayır ve şer nisbî
şeylerdir. İnsan kendisi ve çoluk çocuğu için neyin hayır neyin şer olduğunu tam
anlayamaz. Görünüşte kötü gördüğü bir şey kendi hayrına olabileceği gibi,
hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabilir
.
"Onları biz yarattık ve yaratılışlarını sapa
sağlam yaptık. Dilersek onların yerine benzerlerini de getiririz"
(İnsan, 22) âyeti ve bu âyete emsal olan Vakıa, 60-62, Meâric, 40-41.
âyetler de reenkarnasyona delîl olarak getirilmeye çalışılmıştır
. Bu âyetleri reenkarnasyona delîl gösterenler, âyetlerdeki
misl kelimesinin çoğulu olan
emsâl (benzerleri) kelimesinden
hareketle, böyle bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır.
Aslında bu âyetler
dikkatle incelendiğinde, bir kısmının öldükten sonra tekrar dirilmeye delîl
olarak zikredildiği görülür. Yani sizi bir kere yaratan sizi ölümünüzden sonra
da tekrar yaratır, benzerlerinizi veya aynınızı yeniden yaratabilir, manasını
ifâde etmektedir
. Yukarda zikrettiğimiz ve reenkarnasyona delîl
getirilen, İnsan, 28; Vakıa, 60-62; Meâric, 40-41 âyet-i kerîmeleri
böyledir. Bu durum şu âyette daha da açıktır:
"Gökleri ve yeri yaratan
onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.."
(Yâ-sîn, 81). Diğer âyetlerde ise, inkârcı kavimler kendilerinin
helâk edilerek yerlerine kendi nev'lerinden olan başka insanların, başka kavim
ve milletlerin getirileceğiyle tehdid edilmişlerdir. İnsan, 28; Meâric,
40-41. âyetler bu manâda da anlaşılabilir.
"Onları günahları sebebiyle
helâk ettik ve onlardan sonra başka kavimler yarattık" (En'âm, 6) âyeti
de bu husûsta güzel bir örnektir.
Nitekim, müfessirler de, âyetlere bu
doğrultularda manâlar vermişlerdir. Meselâ,
"Gökleri ve yeri yaratan
onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.."
(Yâ-sîn, 81) âyetindeki
mislehum (misillerini) âhiretteki
dirilişin ya misliyle, ya da
enfusehum (kendilerini)
manâsında kinaye kabul edilerek, aynen iâdeye delâlet edebileceği söylenmiştir
.
"Dilersek onların yerine benzerlerini getiririz"
(İnsan, 28),
"... Şüphesiz onların yerine daha hayırlılarını
getirmeye gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez" (Meâric, 40-41)
âyetleri ise, Allah'ın o insanları helâk edip, yerlerine daha hayırlı, kendisine
itaat eden, isyan etmeyen, böylece amelde onlara muhalif olan kimseleri
getirmeye kâdir olduğu şeklinde tefsîr edilmiştir
.
Razî, İnsan, 28. âyet-i kerîmenin tefsîrinde bu gerçeği
şöyle ifâde etmektedir: "Yani eğer istesek, onları helâk eder, benzerlerini
getirir, onlarla değiştiririz". Bu âyet,
"sizi benzerlerinizle
tebdîl etmede önümüze geçilenler değiliz..." (Vakıa, 60-61) âyeti
gibidir. Âyetten maksat, onlara hiç muhtaç olunmadığını ifâde etmektir. Sanki
şöyle deniyor: Bizim, şüphesiz hiç bir mahlûka ihtiyacımız yok, faraza olsa
bile, bu kavimlere muhtaç değiliz, çünkü onları yok edip yerlerine benzerlerini
icâd etmeye kâdiriz.
"Ey insanlar Allah isterse sizi götürür,
başkalarını getirir" (Sebe, 133) ve
"Allah isterse sizi götürür
ve yeni yaratılmışlar getirir" (İbrahim, 20) âyetleri de bu
manadadır..."
Görüldüğü gibi bu nevi âyetlerde isyancılara bir
tehdit olarak, yok edilip yerlerine başka insanların getirilmesinden
bahsediliyor. Eğer yine aynı insanlar getirilseler, bu tehdîdin manâsı kalmaz.
Üslûp böyle bir manâya müsâit değildir. Buradaki mânâ, bir âmirin, işini doğru
dürüst yapmayan memûruna,
işini iyi yap yoksa seni atar yerine başka birini
alırım demesi gibidir.
Âyetlerin hangi makamda ve ne için
zikrolunduğuna dikkat edildiğinde böyle yanlış anlamalara mahal
kalmayacaktır.
Reenkarnasyon iddiâcılarınca bu hususta delîl olarak
gösterilen bir diğer âyet ise,
"Sizden kimisi de, bilirken hiç bir şey
bilmez hale gelmesi için erzel-i ömre ulaştırılır" (Nahl, 70) âyetidir.
Öztürk, bu âyetteki
erzel-i ömr ifâdesinin
ihtiyarlık ve
bunaklık olarak manâlandırılmasının âyetin bütün esprisini yok ettiğini
söyledikten sonra şöyle devam ediyor: "Bir kere, erzel-i ömre atılmaktan veya
itilmekten değil geri götürülmekten bahsediliyor.
Yureddu fiili
itilmek, atılmak gibi pejoratif bir manâ ifâde etmez. Bir geri çevirme ve başa
döndürme ifâde eder. Buna göre
erzeli'l-ömr ömrün başlangıcı, yani
tekâmül sürecinin en düşük noktası demek olur. İkincisi, insanın ileri yaşlara
kadar yaşatılması, elinin ayağının tutmaz, hafızasının gereğince işlemez hale
gelmesi insan için bir rezillik ve düşüklük neden olsun? İnsan ömrünün o
noktasında fıtrat kanunları açısından en saygın ve olgun dönemdedir. Allah
kulunu kendisine en yakın bir dönemde böyle kötü bir sıfatla anmaz"
. Sonuç olarak, Öztürk bu âyetin, mucizevî bir üslûbla yeniden
bedenlenme yani reenkarnasyon ifâde ettiğini söylemektedir.
Kanaatimce,
yuraddu fiili ister atılmak, itilmek manâsı ifâde etsin isterse, geri
çevirme, başa döndürme manâsı ifâde etsin, bir tek kelimeden hareketle
reenkarnasyona delîl aramak doğru değildir. Yaşlılık dönemi, insanın çocukluk
devrine çok benzediğinden bu teşbîhe delâlet etmek üzere böyle bir fiille ifâde
edilmesi tabiidir. Ayrıca,
"Kıyametin vakti O'na âittir (yuraddu)"
(Fussilet, 47),
"ve kıyamet gününde en şiddetli azaba marûz
bırakılırlar (yuraddûne)" (Bakara, 85) gibi âyetlerde, bu fiilin başa
döndürme, geri çevirme manâsında kullanılmadığı açıktır. Dolayısıyla yukardaki
âyette de, bu manada kullanılmamış olabilir.
Erzel-i ömr'ü ömrün
başlangıcı, tekâmül sürecinin en düşük noktası diye vasıflandırmak da doğru
değildir. Çünkü bu ifâde, böyle bir yaklaşıma müsait değildir. Zira,
erzel, bayağılığından, âdiliğinden dolayı kendisinden yüz çevrilen
şey
demektir. Ömrün başlangıcından veya tekâmül sürecinin en düşük
noktasından neden hor görülüp de yüz çevrilsin. Sonra burada erzel durumu İbn
Aşûr'un da dediği gibi, sıhhatteki rezalettir, rûh haletiyle bir alakası
yoktur
. Yani bu âyette yaşlılar için bunak, rezil tabirleri
kullanılmıyor, ömrün o devresi için böyle bir tabir kullanılıyor ki, böyle bir
devir de vardır. Bazı yaşlıların çocuklardan âciz vaziyete düşmeleri Allah'ın
takdiriyle olan bir durum değil midir? O halde böyle bir durum neden
yadırgansın? Zaten âyette bu durumun bazı kimseler için vaki olduğu
minkum (bazınız) tabiriyle ifâde edilmiştir. Bütün yaşlılar için mevzu
bahis değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) in de bu duruma düşmekten Allah'a
sığınarak,
"Erzel-i ömr'e düşmekten (en uradde) sana sığınırım" şeklinde duâ etmesi de gösteriyor ki, erzel-i ömr yaşlılığın,
istenmeyen zor günleridir. Âyetteki, "
bilirken hiç bir şey bilmez hale
gelmesi için" ifâdesi de bunu gösteriyor. Çünkü bir şey bilmez duruma
gelmek akıl zafiyetinin, yaşlılığın alametidir. Eğer reenkarnasyon ifâde
edilseydi, bundan Allah'a sığınmanın manası kalmazdı. Bilâkis istenilen bir şey
olurdu. Ayrıca âyetin reenkarnasyon ifâde ettiği kabul edilirse, o zaman insanın
yeniden dünyaya getirilmesinin gayesi,
bir şey bilmez hale getirilmek gibi garip bir durum olur. Ayrıca âyette,
"sizden kimi vefât eder kimisi
de erzel-i ömr'e döndürülür" ifâdesi gösteriyor ki, erzel-i ömre düşen
kimse henüz ölmemiştir. Reenkarne olacak kimsenin ise ölmesi gerekir.