Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortalliKayıt OlLatest imagesGaleriAramaGiriş yap

 

 Ruh Çağırma Nedir?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Mevlana
Admin
Admin
Mevlana


Mesaj Sayısı : 177
Yaş : 38
Şehir : Uganda-Türk
Kayıt tarihi : 29/05/07

Ruh Çağırma Nedir? Empty
MesajKonu: Ruh Çağırma Nedir?   Ruh Çağırma Nedir? Icon_minitime06.09.07 16:07

Ruh çağırdıklarını iddia edenler, bazı gafil ve safdil insanları
muhtelif şekillerde aldatmaktadırlar. Bunlardan en yaygını şudur:
Medyum, yani, ruh çağıran kişi bir masa üzerine birkaç fincan dizer ve
birtakım harfler serer. Güya, çağıracağı ruhun ismini söyler. Biraz
sonra fincanda kımıldanmalar başlar, masadan "Tak, tak!.." sesleri
yükselir. Bu arada, harfler sağa sola doğru hareket eder. Harflerin
kımıldanmasından sözde ruhun suallere verdiği cevapların belirlenmesine
çalışılır.

Ruh çağırma hadisesinin, gerçekten ruhlarla bir
ilişkisi var mıdır? Medyumların çağırıp konuştuklarını iddia ettikleri,
hakikaten ölmüş insanların ruhları mıdır? Eğer bunlar, ölmüş insanların
ruhları değilse, masaya vurarak ses çıkaranlar kimlerdir?

Önce
şunu belirtelim ki, kainatta hiçbir şey gayesiz, sahipsiz ve başıboş
değildir. Hiçbir şey kendi haline bırakılmamış, tesadüfe havale
edilmemiştir. Kainatta canlı-cansız her mahluk bir nizamın esiridir,
bir murakabe ve te'sir altındadır. Hiçbir şey, Cenab-ı Hakk'ın koyduğu
ihatalı ve şümullü kanunların hükmünden hariç değildir.

Hem
Cenab-ı Hakk'ın, insan ruhunu, mahlukat içinde en müşerref ve en
mükerrem bir mahiyette yaratıp, o ruhu yüksek meziyetlerle süslemesi,
kainatı ona teveccüh ettirmesi ve onu kendisine muhatap ve dost olarak
seçmesi apaçık gösteriyor ki, onun idaresini ve tasarrufunu, başka
ellere teslim etmez. Birtakım sefih cambazlara bırakmaz.

İnsanın
kendi cesedi üzerindeki tasarrufu dahi elinde değildir. Mesela, yediği
bir lokmanın, boğazından geçtikten sonra, nasıl taksim edildiğini, her
azaya ne kadar dağıtıldığını dahi bilememektedir. Kendi iç alemindeki
bunca tasarruftan haberi olmayan insanın, ruhlar üzerinde tasarruf dava
etmesi ne kadar gülünç bir iddiadır, tarif edilemez.

Yerde ve
gökte ne varsa, hepsi Allah’ın tasarrufu altındadır. Binaenaleyh,
ruhlar da kendi iradelerine terk edilmemişlerdir. Onlar kendi
iradeleriyle, diledikleri gibi hareket edebilselerdi, belki de, bir
kısmı dünyaya bile gelmek istemeyecek, gelse de gitmek istemeyecekti.
İsra
Suresi, 85. ayetinde, "Ruh Allah'ın emrindendir" buyurulmaktadır.
Ayet-i kerimede apaçık olarak, insan ruhunun, Allah'ın emrinden geldiği
bildirilmektedir. Emr-i İlahi'den gelen bir ruha, hangi kuvvet tesir
edebilir ve onda tasarruf sahibi olabilir?

Yine pek çok
ayetlerde, insan ruhunun, ölümden sonra da başıboş bırakılmadığı,
ölümle birlikte muhasebesinin de başladığı beyan edilmektedir. Mesela,
Mü'min Suresi, 46. ayette de, "Onlar (kabir içinde kıyamet gününe
kadar) sabah ve akşam ateşe arzedileceklerdir" buyurulmaktadır. Bu
ayette de açık olarak, kafirlerin kıyamet gününe kadar azap görecekleri
bildirilmektedir. Nahl Suresi 32. ayette ise müminler hakkında şöyle
buyurulmaktadır: "Bunlar (o kimselerdir ki) melekler ruhlarını en iyi
halde alır. Ve onlara: 'Selam sizin üzerinize olsun. Yaptıklarınızın
karşılığı olarak Cennet'e giriniz' derler."

Ölümden sonraki
haller ve kabir azabı hakkında Hazret-i Resulullah'ın (sav) pek çok
hadisleri mevcuttur. Bunlardan birisinde şöyle buyurmaktadır:
"Kabir (herkesin ameline göre) ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur."
Demek
oluyor ki, alemde, her mahluk gibi, ruh da, başıboş değildir. İnsanın
ölümünden sonra ruhu, alem-i berzah denilen kabir aleminde daimi bir
murakabe ve muhasebeye tabi tutulmakla, bir kahır veya taltife muhatap
olmaktadır.
Ayrıca, şunu da belirtelim ki, alem maddeye münhasır
olmadığı gibi, ruh da, yalnız insana münhasır değildir. Ruhani alemler
hadsizdir; o alemlerde yaşayan mahluklar da nihayetsizdir. Nitekim,
meleklerin, cinlerin, şeytanların, kısacası ruhani varlıkların sayısını
ancak Allah bilir.
Şimdi, bu ruhani varlıkların, "ruh çağırma" iddiası ile irtibatlarının olup olmadığını kısaca tahlil edelim:
Ruhani
varlıkların en büyük taifesi meleklerdir. Melekler "Nurdan"
yaratılmıştır. Melekler, Allah'a mutlak itaat ederler, zikir, tesbih,
ibadet, marifet gibi vazifelerle meşgul olur, hiçbir surette asi
olmazlar. O halde, medyumlara haber getirenler melekler olamazlar.
İnsan ruhlarına gelince, bunlar dörde ayrılırlar
1— Peygamberlerin ve Velilerin Ruhları.
2— Şehitlerin Ruhları.
Bu iki gurup ruhların medyumların ayağına gelmeyecekleri açıktır.
3— Günahkar Mü'minlerin Ruhları:
Bu
ruhlar, Allah'a ve ahirete inandıkları halde, salih amel işlemeyerek,
sefahete düşüp, günahlara daldıklarından, kabirlerinde azaba
maruzdurlar. Bunların, medyumların ayağına gelmeleri hiç düşünülemez.
Zira, kendi hesaplarını vermekle baş başadırlar.
4— Kafirlerin
Ruhları: Bu ruhlar da, kabirde daimi ve şiddetli bir azaba maruzdurlar.
İlahi azaba muhatap olan bu ruhları, kim bırakır ki, gelsinler,
masaları tıkırdatsınlar?
Öyleyse, medyumların irtibat kurmaları neticesinde, gelip masaya vuranlar kimlerdir?

Bu
suale yeterli cevap verebilmek için insanların yaratılmaları ile ilgili
hikmetler üzerinde biraz durmakta fayda vardır. İnsan suresinin 2.
ayetinde mealen şöyle buyurulmaktadır: "Hakikat, biz insanı birbiriyle
karışık bir damla sudan yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple onu
işitici ve görücü yaptık..."
Ayetin mealinden açıkça anlaşıldığı
üzere, insan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Dünya, onun önüne,
bir müsabaka yeri olarak açılmıştır. Elmas gibi ruhların, kömür gibi
ruhlardan ayrılmaları bu müsabakayı gerektirmektedir. Bu müsabakada
iyilerle kötülerin birbirinden ayrılmaları, şeytanların yaratılmasını
iktiza eder. Ta ki, şeytanlar beşere musallat olsun, iyilerle kötüler
birbirlerinden ayrılsınlar.
Nitekim, şeytanların hayırdan mahrum ve
şer üzere yaratılmış mahluklar oldukları ve insanlara musallat olup,
onları iğfal edecekleri Kur'an-ı Kerim'in A'raf suresinin 11-12.
ayetlerinde, şöyle beyan buyurulmaktadır: "Andolsun sizi yarattık,
sonra size suret verdik, sonra da meleklere, secde ediniz dedik. Hepsi
secde ettiler. Yalnız iblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. (Allahü
Teala) dedi: 'Ben sana secde emretmiş iken seni alıkoyan nedir?' O da:
'Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın'
dedi. (Allahü Teala): 'Öyleyse, oradan hemen in. Sana orada kibirlenmek
gerekmez. Hemen çık, çünkü sen alçaklardansın' dedi. (O da): 'Bana
dirilip kaldırılacakları güne kadar mühlet ver' dedi. (Hak Teala da):
'Sen mühlet verilmişlerdensin' dedi. (İblis), 'Öyle ise' dedi. 'Sen
beni azgınlığa mahkum ettiğin için onları gözetlemek üzere Senin doğru
yolunda oturacağım. Sonra, andolsun, onların önlerinden, arkalarından,
sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat olacağım). Sen
de onların çoğunu şükredici (kimse)ler bulmayacaksın.' Allah (cc) dedi
ki: 'Zem ve tahkire uğramış ve kovulmuş olarak çık oradan. Yemin ederim
ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi bütün sizlerden dolduracağım.'"
Ayet-i
kerimede, iki nokta meselemizle yakından ilgilidir. Birincisi;
şeytanların beşere musallat olmasına, ta kıyamete kadar müsaade edilip
mühlet verilmesi; ikincisi ise, şeytanların insanlara, önlerinden,
arkalarından, sağlarından, sollarından sokulabilmeleridir. Bunun için
şeytanlar, daima insanların süfli ve hayvani arzularını işletmekte,
onları aldatmakta, doğru yoldan saptırmaktadırlar. İğfal yollarından
biri de, medyumları maskara olarak kullanmaları ve onlara yanlış
haberler vererek beşeri ifsat etmeleridir.
Bir ayet-i kerime de şöyle buyrulur:
"Haber
vereyim mi size, şeytanlar kimin üzerine inerler? Vebal yüklenici her
bir sahtekar üzerine inerler. Onlar (Şeytanlara) kulak verirler ve
ekseri yalan söylerler." (1)
Evet, çağırıldığı zaman gelenler ve
medyumların masalarına vurarak ses çıkaranlar, şeytanlar ile,
cinnilerin fasık olan kısımlarıdır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şunları söylemektedir:
"Bu
mes'ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları
olabilir. Ve çok su'-i istimalata menşe' olmakla beraber içinde bir
doğru olsa on yalan karışıyor. Çünkü, doğruyu ve yalanı tefrik edecek
bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım
eden cinnilerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanların kalbine ve
hem de İslamiyet'e zarar vermek ihtimali var. Çünkü maneviyat namına
Hakaik-ı İslamiye'ye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor.
Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki,
kendilerine bazı büyük veliler namını verip İslamiyet'in esasatına
muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikati tağyir edip,
safdilleri tam aldatabilirler." (2)
Mevzu ile ilgili olarak, Mevlana'nın şu mısralarını da nakledelim:
"Cin insana galip gelir ve ona musallat olursa, insandaki insanlık sıfatı kaybolur."
"Her ne söylese, onu cin söylemiş olur. İster bu baştan, ister öbür baştan, hakikatte söz cinnindir."
"Böyle bir zamanda insanın kendi benliği gitmiş, tamamiyle cin hakim olmuştur."
Cinlerin
insanlara musallat olmaları hususunda Ebu Hüreyre (ra) demiştir ki,
"Nebiyy-i Ekrem (sav) bir gün buyurdu ki, 'Cin (taifesinden) bir ifrit
dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücum etti. (Lakin) Allah
(beni galip getirip) ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca
hepiniz onu görüp seyredesiniz diye mescidin direklerinden birine
bağlamak istedim. Fakat Süleyman bin Davud (as)'ın: 'Ya Rab, beni
mağfiret et ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mülkü, bana
bağışla' demiş olduğu hatırıma geldi de ifriti köpek gibi kovdum."

Babanzade,
bu husustaki açıklamalarının ilk kısmında, mahlukat nevilerinin
sayılarını bilmenin ancak Allah'a mahsus olduğunu ifade eder ve hayat
sahibi mahlukların, yalnız insan ve hayvanlar olmadığını belirtir. Bu
iki taife dışında, melek ve cin gibi latif mahlukların da bulunduğunu,
Peygamberimizin ihbarı yanında, asfiyanın da şehadetlerini delil
göstererek beyan eder ve şu bilgilere yer verir: "Cinler, insanlar gibi
yeryüzünde yaşarlar. Kafir ve mü'minleri vardır. Değişik şekil ve
kılıklara girebilirler. Melek ve cinlerin varlıkları Kur'an'ın beyanı
ve Peygamberimizin ihbarıyla sabittir."

Ahmed Naim Bey,
medyumların, elleri değmeden, sandalyelerin havada dolaşmalarının ve
fincanların masa üzerinde kıpırdanmalarının cin ve şeytanlar tarafından
yapıldığını belirtmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mevlana-security.yetkin-forum.com
 
Ruh Çağırma Nedir?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
-
Buraya geçin: